ТОП просматриваемых книг сайта:
.
Читать онлайн.“Hey, hop, ağır ol, bakalım, ne oluyor…” dedi Kollberg diklenerek.
“Sakin ol, Einar,” dedi Martin Beck, Rönn’e. “Haklısın, onda bir acayiplik olduğunu anlamalıydık.”
“Tam üstüne bastın,” dedi Rönn.
“Ben pek bir fark göremedim,” dedi Kollberg gamsız bir tavırla. “Herhâlde anlamak için onunla aynı entelektüel seviyede olmak gerek…”
Kapı açıldı ve Hammar içeri girdi.
“Sizde bir tuhaflık var,” dedi. “Hayırdır?”
“Yok bir şey,” dedi Martin Beck.
“Yok mu? Einar neden haşlanmış ıstakoz gibi? Yoksa kavgaya mı tutuşacaktınız? Polis kabadayılığı yok, lütfen.”
Telefon çaldı ve Kollberg denize düşen bir adamın halata sarılması gibi ahizeyi kaptı.
Rönn’ün yüzü yavaş yavaş normal rengine döndü. Sadece burnu kırmızı kaldı ama genelde burnu zaten kırmızıydı.
Martin Beck hapşırdı.
“Ben nereden bileyim bunu?” dedi Kollberg telefona. “Ne cesedi ayrıca?”
Ahizeyi çat diye yerine koydu, derin bir nefes verdi ve şöyle dedi:
“Adli Tıp’tan sersemin teki cesetleri ne zaman taşıyabileceğimizi soruyor. Ceset var mıymış ki?”
“Sakıncası yoksa sorabilir miyim, siz beylerden biriniz olay yerine teşrif ettiniz mi?” dedi Hammar iğneleyici bir şekilde.
Kimse cevap vermedi.
“Belki inceleme amaçlı bir ziyaretten zarar gelmez,” dedi Hammar.
“Benim biraz masa başı işlerim var,” dedi Rönn anlaşılmayacak şekilde.
Martin Beck kapıya doğru yürüdü. Kollberg omuz silkti, kalkıp onu takip etti.
“Sıradan bir yangın olmalı,” dedi Hammar inatla.
5
Yangın yeri öyle bir çevrilmişti ki üniformalı polislerden oluşan bir kordondan başka bir şey görünmüyordu. Martin Beck ve Kollberg arabadan iner inmez polislerden ikisi yanlarında bitti.
“Hey siz, nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?” dedi birisi bilmiş bilmiş.
“Arabayı o şekilde oraya park edemezsiniz, görmüyor musunuz?” dedi diğeri.
Martin Beck tam kimliğini gösterecekti ki Kollberg onu durdurup konuştu:
“Affedersiniz, memur bey ama sakıncası yoksa, adınızı söyler misiniz?”
“Sana ne bizim adımızdan?” dedi birinci polis.
“Kenara çekil,” dedi ikinci polis. “Yoksa birilerinin başı fena hâlde belaya girebilir.”
“Orası şüphesiz,” dedi Kollberg. “Asıl soru, kimin başı belaya girecek.”
Kollberg’in aksiliği dış görünüşünden de belliydi. Koyu mavi trençkotu rüzgârda iki yana savruluyordu. Yakasını ilikleme zahmetine girmemişti ve kravatı ceketinin sağ cebinden sarkıyordu, eski püskü şapkası da başının arkasına düşmüştü. İki polis birbiriyle bakıştı. İçlerinden biri bir adım yaklaştı. İkisi de pembe yanaklıydı ve yuvarlak mavi gözlüydü. Martin Beck adamların, Kollberg’in alkollü olduğuna karar verdiklerini, ona el atmaya hazırlandıklarını fark etti. Kollberg onları kıyma yapardı, hem fiziksel hem de zihinsel olarak, üstelik bu altmış saniyeyi geçmezdi ve ertesi sabah, işsiz uyanma ihtimalleri çok yüksekti. O gün kimse için kötü dilekte bulunamayacaktı, bu yüzden çabucak kimliğini çıkarıp iki polisten daha agresif olanın burnunun dibine soktu.
“Bunu yapmamalıydın,” dedi Kollberg kızarak. Martin Beck iki polise bakıp açık açık konuştu:
“Daha kırk fırın ekmek yemeniz lazım. Hadi gel, Lennart.”
Yangından geriye kalan tam bir enkazdı. Yüzeyden bakıldığında evden geriye bir tek temeli kalmıştı, bir bacası ve kapkara tahtalar, kararmış tuğlalar ve devrilmiş kiremitlerden oluşan tepeleme bir moloz yığını vardı görünürde. Her şeyin üstündeyse yakıcı bir is ve yanık maddelerin kokusu asılıydı. Gri tulumlu altı uzman yangından kalanların çevresinde takılıyor, sopalar ve kısa küreklerle külleri dikkatlice dürtüklüyorlardı. Arka bahçeye iki kocaman elek kurulmuştu. Yerde hâlâ hortumlar vardı ve yolun ilerisinde bir itfaiye arabası bekliyordu. Ön koltukta iki itfaiyeci taş kâğıt makas oynuyordu.
On metre ötede, ağzında piposu, elleri ceplerine sokulmuş hâlde, yapayalnız kasvetli birisi dikiliyordu. Stockholm’ün Cinayet Masası’ndan Fredrik Melander’di bu ve kendisi yüzlerce zor soruşturmanın ustası olmuştu. Genelde zekâsı, muhteşem hafızası ve sarsılmaz sakinliğiyle tanınırdı. Yakın çevresinde de ne zaman ulaşılmaya çalışılsa, muhakkak tuvalette olmasıyla meşhurdu. Mizah anlayışı yok değildi ama çok hafifti; cimri ve sıkıcıydı, hiçbir zaman parlak fikirlere ya da ani ilhamlara kapılmazdı. Kısacası, birinci sınıf bir polisti.
“Selam,” dedi piposunu ağzından çıkarmadan.
“Nasıl gidiyor?” dedi Martin Beck.
“Ağır.”
“Bir sonuca varabildiniz mi?”
“Pek sayılmaz. Çok dikkatli ilerliyoruz. Zaman alacak.”
“Neden?” diye sordu Kollberg.
“İtfaiye buraya geldiğinde ev çoktan çökmüştü ve söndürme işlemi başladığında çoktan yanıp küle dönüşmek üzereydi. Kovalarla su döküp yangını kolayca söndürmüşler. Sonra gece hava iyice soğumuş ve hepsi kocaman bir tabaka şeklinde donup kaskatı olmuş.”
“Ne kadar da güzel bir hikâye,” dedi Kollberg.
“Doğru anlamışsam, o zaman bu yığını katman katman dikkatlice soymaları gerek.”
Martin Beck öksürdü ve şöyle dedi:
“Ya cesetler? Bulunmuş mu?”
“Biri,” dedi Melander.
Piposunu ağzından çıkardı, sapıyla yanmış evin sağ tarafını işaret etti.
“Orada,” dedi. “On dört yaşındaki kız galiba. Tavan arasında uyuyan.”
“Kristina Modig mi?”
“Evet, adı buymuş. Onu bu gecelik orada bırakacaklarmış. Birazdan karanlık çökecek, gün ışığı haricinde çalışmak istemiyorlar.” Melander tütün kesesini çıkardı, piposunu güzelce doldurup yaktı. Sonra konuştu:
“Sizde işler nasıl gidiyor?”
“Harika,” dedi Kollberg.
“Evet,” dedi Martin Beck. “Özellikle Lennart için. Önce Rönn’le gırtlak gırtlağa geldiler…”
“Gerçekten mi,” dedi Melander, hafifçe kaşlarını kaldırıp.
“Evet. Arkasından sarhoş diye iki polis tarafından neredeyse nezarete atılacaktı.”
Melander sakin bir şekilde, “Ah, evet,” dedi. “Gunvald nasıl?”
“Hastanede. Beyin sarsıntısı.”
“Dün gece çok iyi iş çıkarmış,” dedi Melander.
Kollberg evden kalanları inceledi, silkelenip ekledi:
“Evet, itiraf etmeliyim ki öyle. Amma soğuk lan.”
“Fazla vakti yokmuş,” dedi Melander.
“Hayır,