Скачать книгу

gördüğü hiç bir şeye benzemiyordu, eğer o ve kardeşleri acele etmezse oturacakları tek bir yer kalmayacaktı.

      Hızlanan Ceres alnından düşen ter damlasını sildi ve annesinden kalan, yıpranmış, fil dişi tuniğine sildi. Asla yeni bir kıyafeti olmamıştı. Erkek kardeşlerine düşkün olan ancak ona karşı nefret ve kıskançlık duyan annesine göre yeni bir elbiseyi hak etmiyordu.

      "Bekle!" diye bağırdı Sartes, çatlayan sesinde bir rahatsızlık duyuluyordu.

      Ceres gülümsedi.

      "Seni taşımamı mı istersin yoksa?" diye bağırdı arkaya.

      Onunla dalga geçilmesinden nefret ettiğini biliyordu fakat onu küçümseyen tavrı hızlanmasına sebep olmak için onu motive edecekti. Ceres arkada kalmalarına aldırmıyordu, hatta on üçündeki bu çocuğun onu kendilerinden biri gibi görmeleri için her şeyi yapmaya hazır olmasını sevimli buluyordu. Aslında açıkça asla kabul etmese de Ceres daha fazla şekilde ona ihtiyaç duymasına ihtiyaç duyuyordu.

      Sartes gürültülü şekilde homurdandı.

      “Annem ona yine karşı geldiğini öğrenince seni öldürecek!” diye bağırdı.

      Haklıydı, aslında onu öldürecekti ya da en azından güzel bir sopa atacaktı.

      Annesi onu beş yaşındayken ilk kez dövdüğünde, bu aynı zamanda Ceres’in masumiyetini kaybettiği an olmuştu. Öncesinde dünya eğlenceli, nazik ve güzel bir yerdi. Ondan sonra onun için hiç bir yer güvenli olmadı ve tutunduğu tek şey annesinden uzağa gidebileceği bir gelecek umudu oldu. Artık daha büyüktü, hayaline daha yakındı fakat bu hayali bile yavaşça kalbindeki yerinden oluyordu.

      Neyse ki, Ceres kardeşlerinin annesine bunu asla söylemeyeceğini biliyordu. Tıpkı onlara olduğu gibi, kardeşleri de ona sadıktı.

      “O zaman Annemizin iyi ki hiç haberi olmayacak!” diye bağırdı ona.

      “Babam öğrenecektir ama!” diye yapıştırdı Sartes.

      Ceres kıkırdadı. Babaları zaten biliyordu. Bir anlaşma yapmışlardı: Saraya teslim edilmesi gereken kılıçların bileylenmesini halledene kadar yatmadan çalışırsa Ölüm Festivali'ni görmeye gidebilirdi. O da bunu yapıyordu işte.

      Ceres sokağın sonundaki duvara ulaşınca hiç tereddüt etmeden parmaklarını iki yarığa geçirip tırmanmaya başladı. Elleri ve ayaklarını hızlıca hareket ettirerek yaklaşık beş metre yukarıya çıktıktan sonra en tepeye vardı.

      Nefes nefese durdu, güneş parlak ışınlarıyla onu karşıladı. Ellerini gözlerine götürüp gölge yaptı.

      Ceres nefesini tuttu. Normalde Eski Şehir’de nokta gibi görünen bir kaç vatandaş , orada burada bir kedi ya da köpek olurdu ancak bugün şehir tam manasıyla canlıydı. İnsan kaynıyordu. Ceres Çeşmeli Meydanı’na akın eden insan denizinin üzerine bastığı kaldırım taşlarını göremiyordu bile..

      Uzaktan okyanus parlak ve canlı maviye çalarken yükselen beyaz Stadyum, dolambaçlı yolların ve sıkışık iki ya da üç katlı evlerin arasında bir dağ gibi görünüyordu. Meydanın dış çeperinde satıcılar stantları boyunca sıralanmış gıda, mücevher ya da giysi satıyorlardı.

      Kuvvetli bir rüzgar yüzünden geçerken yeni pişmiş yiyeceklerin kokusu burnuna ulaştı. Karnının ezilmesini tatmin edecek yiyecekler için nelerini vermezdi ki. Sanki midesi karnına yapışmıştı, kollarını karnına doladı. Sabah kahvaltıda yulaf lapası yemişti ancak bu kahvaltıdan önce hissettiği açlığı her nedense katlamıştı. Bugünün on sekizinci yaşı olduğu düşünülürse, en azından kasesinde fazladan biraz yemek, bir sarılma ya da benzer bir şey bulmayı ummuştu.

      Fakat kimse bundan tek kelime bahsetmemişti. Hatırladıklarından bile emin değildi.

      Işık gözlerine girerken Celes aşağı baktı ve kalabalığın arasında sanki balın üstündeki köpük gibi yavaş ve parlak bir biçimde ilerleyen altın bir arabayı fark etti. Kaşlarını çattı. Heyecanından kraliyet ailesinin de bu etkinlikte olacağını unutmuştu. Onları, kibirlerini küçümsüyordu, hayvanları bile Delos’taki birçok insandan daha iyi besleniyordu. Kardeşleri bir gün sınıf sistemini alt edecekleri konusunda umutlulardı ancak Ceres onların iyimserliğini paylaşmıyordu. Ona göre İmparatorluk içinde her hangi bir eşitlik sağlanacaksa bu devrim yöntemiyle gerçekleşebilirdi.

      “Onu görüyor musun?” diye nefes nefese sordu Nesos yanına tırmandığında.

      Ceres’in kalbi Rexus’u düşününce hızlandı. Henüz buraya gelip gelmediğini o da merak ediyor kalabalığı nafile bir çabayla tarıyordu.

      Kafasını salladı.

      “Orada,” diyerek işaret etti Nesos.

      Çeşmeye doğru yönelmiş parmağını gözlerini kısarak takip etti.

      Birden gördü, içindeki heyecan dalgasını bastıramıyordu. Onu her gördüğünde hissettiği şekildeydi. Orada, çeşmenin kenarında oturuyor, yayını sıkılaştırıyordu. Bu mesafeden bile, omzunun, göğüs kaslarının gömleği altındaki hareketini görebiliyordu. Ondan belki bir kaç yaş büyüktü, siyah ve kahverengi saçlıların arasında sarı saçları hemen fark ediliyordu, yanmış teni güneşin altında parlıyordu.

      “Bekle!” diye bağırdı bir ses.

      Ceres duvarlardan aşağı bakınca tırmanmak için uğraş veren Sartes’i gördü.

      “Acele et yoksa seni arkada bırakırız!” diye bastırdı Nesos.

      Elbette küçük kardeşlerini geride bırakmayı hayal bile edemezlerdi ancak onlara yetişmeyi öğrenmesi gerekiyordu. Delos’ta bir anlık zayıflık ölüm anlamına gelebilirdi.

      Nesos elini saçlarında gezdirirken nefes almaya çalıştı, bir yandan kalabalığı inceliyordu.

      “Paranızı kime yatırıyorsun?” diye sordu.

      Ceres gülerek ona döndü.

      “Ne parası?” diye sordu.

      Gülümsedi.

      “Paran olduğunu düşün,” diye cevap verdi.

      “Brennius,” diye cevapladı tereddütsüz.

      Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı.

      “Gerçekten mi?” diye sordu. “Neden?”

      “Bilmem.” Omzunu silkti. “Öyle hissediyorum.”

      Fakat biliyordu. Kardeşlerinden, şehirdeki tüm çocuklardan çok daha iyi biliyordu. Ceres’in bir sırrı vardı: bu sırrı kimseye söylememişti, bazı zamanlar bir erkek gibi giyinip sarayda eğitime katılıyordu. Kızların savaşçıların yöntemlerini öğrenmeleri, eğer karşı gelirlerse ölüm cezası karşılığında, krallık emriyle yasaklanmıştı ancak halkın erkek çocuklarının, antrenmanda çalıştıkları süre kadar saray ahırlarında çalışmaları karşılığında antrenmana katılmalarına  izin vardı; Ceres o işi de mutlulukla yapıyordu.

      Brennius’u izlemişti ve dövüş tarzından etkilenmişti. Savaşçıların en irisi değildi ancak hareketlerini son derece doğru bir şekilde hesaplayarak atıyordu.

      “Hiç şansı yok,” diye cevapladı Nesos. “Stefanus kazanacak.”

      Ceres kafasını salladı.

      “Stefanus ilk on dakika içince ölür,” dedi lafını sakınmadan.

      Stefanus aşikar olan seçenekti, savaşçıların en irisi ve muhtemelen en güçlüsüydü ancak attığı adımlar Brennius’unki ya da izlediği diğer savaşçılarınki kadar hesaplı değildi.

      Nesos

Скачать книгу