Скачать книгу

ÇETIN

      SINAV BITTI ELLER HAVAYA

Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları

      ROBOTUM ZEYTİN

      BABAM KURBAĞA OLDU

      Arkadaşlığı ve paylaşmayı keşfedenlere…

      Sınav Bitti Eller Havaya kitabına ilham olan Azra’ya; kitabın okurla buluşma sürecine eşlik eden Ayşegül Uçan’a, Hülya Şat’a, Erden Heper’e, Batu Bozkurt’a ve Altın Kitaplar ailesine; eşim Gökhan Bayram’a teşekkürlerimle…

      BU İŞTE BİR TUHAFLIK VAR

      Acaba kaç soru doğru yaptım, diye aklımdan geçti. Elimde tuttuğum cevap kâğıdını gözlerimle iyice bir taradım. Çözdüğüm soruları hızlıca kontrol ettim. Her şey tamam; artık cevaplarım doğru mu, değil mi bakabilirdim. Gözlüklerimi düzelttim.

      “Hadi kızım Bilge, göster kendini!” diyerek başladım. İlerledikçe kahve gözlerim fal taşı gibi açıldı. Atkuyruğu yaptığım, siyah saçlarımın lastiğini stresten sıkılayıp durdum. Testin ortalarına doğru geldiğimde kulaklarımın sıcaktan kıpkırmızı olduğunu hissettim. Bütün vücudumdan ter boşaldı. Uzun saçlarım atkuyruğu da olsa dokunduğu yerlerimi yaktı. Elimle bir omzumdan diğer omzuma attım. Olmadı, üzerimdeki hırkayı çıkarttım.

      Elli sorunun kontrolü bittiğinde önümdeki cevap kâğıdına öfkeyle baktım. “On yanlış ne demek? Nasıl olur Bilge? Nasıl olur?” diye kendi kendime kızdım.

      Hızla soruların cevaplarını inceledim. Neden yanlış yaptığımı anladım. Sakin olmaya çalıştım. Nefes alıp verişlerim yavaşladı. Yine her zaman yaptığım gibi cevap kâğıdının boş kalan yerinde kalemim gezinmeye başladı. Yüzüne bakıp konuştum.

      “Yine benden yüksek puan almış. Sana demedim mi Akıllı; ne yaparsam yapayım bu çocuk yine benim önüme geçecek demedim mi? Şurada sınavlara kalmış iki ay. Mutlaka dereceye girmeliyim. Anlıyor musun?”

      Bir süre Akıllı’yı dinleyip devam ettim. “Ne dedin? Sınav gününe kadar hiçbir şey belli olmaz mı? Nasıl olmaz Akıllı, nasıl olmaz? Bütün deneme sınavlarında aynı şey oluyor işte; bir türlü okuldaki o çocuğun önüne geçemiyorum. Acaba nasıl ders çalışıyor?”

      Yine Akıllı’yı dinleyip devam ettim. “Ne dedin? Amuda mı kalkıyor? İşin gücün dalga geçmek zaten! Amuda kalkarak ders mi çalışılır?”

      Odaya giren ışık, Akıllı’nın yüzüne vurdu. Çizgi çizgi kalın kirpikleri parladı. Yüzünde her zamanki, kulaklarına dek uzanan mutlu gülümseme… Gözleri kapalıydı. Akıllı! Uzun kirpikler ve uzun bir mutluluk çizgisiydi…

      “Evet, Bilge amuda kalkıyordur.” dedi. “Sadece amuda mı kalkıyordur? Arada parende atıp göbeğini bir sağa bir sola kıvırıyor da olabilir. Hatta ders çalışmanın büyüsü tavan yapsın, tavandan tekrar bana sektirip gelsin diye hoppidi hoppidi salınıyor da olabilir. O hoppidi salınırken belki beynindeki nöronlar daha fazla çalışıyor ve bilgi akışı hızlanıyordur.” diye devam etti.

      “Sen dalganı geç Akıllı! Mutlaka benim bilmediğim bir çalışma yöntemi olmalı ya da ne bileyim, belki dikkatini daha uzun süre topluyor olabilir. Belki kullandığı kaynak kitaplar falan farklıdır. Ders notlarını belki daha değişik tutuyordur. Sürekli akıl aldığı, danıştığı biri vardır. Bakış açısı farklıdır. Benim bilmediğim bir bakış açısı vardır. Belki birisi ona bir sır vermiştir.”

      Güneşin odaya giren oynak ışıkları Akıllı’nın yüzünü de oynatıyordu sanki. Bana göz kırpar gibi, “Yaklaş!” dedi. “Sana bir sır vereceğim.” Bu Akıllı’nın aklında kesin yine bir hınzırlık vardır, diye düşünerek yaklaştım.

      “Domates!” dedi. Şaşkın gözlerimle geri çekilip ne dediğini anlamaya çalıştım. Yüzümde hayal kırıklığı, biraz anlar gibi, “Off Akıllı yaa, ne domatesi?” diye sordum.

      Akıllı, “Yahu beni dinlesene! Ciddiyim!” dedi. Kısılmış gözlerimle yine ne dediğini anlamaya çalışırken onu dinledim.

      “Domateste bir sürü vitamin, mineral var; A ve C vitaminleri… Potasyum kaynağıdır. Zihni çalıştırır. İyi olur, iyi…” dedi.

      “Yaa Akıllı, hiç duyulmuş şey mi domatesin zihin çalıştırdığı?” diye itiraz ettim. “Ceviz, badem, çikolata falan desen neyse… Domates diyorsun yahu, domates! İnanılır gibi değil. Bir de sır vereceğim diyorsun, ben de sana inanıyorum. Bir beni anlamadın Akıllı! Canım yanıyor, canım! Benim ne yapıp edip şu sınavda dereceye girmem lazım.”

      Sustu Akıllı. Güneşin oynak ışıkları yüzünde oynaşıp durdu. Onlar oynaştıkça Akıllı da oynaşmaya başladı.

      “Nereden biliyorsun anlamadığımı? Hadi onu da geçtik; nereden biliyorsun dereceye giremeyeceğini? O çocuk dedin, başka bir şey demedin. Bir onunla mı ilgili senin dereceye girmen? O çocuk varsa var canım, ne olmuş yani? Belki dereceye o giremeyecek? Belki ikiniz birden gireceksiniz. İkiniz de birbirinizden farklısınız. Farklı yollarınız var. Farklı yaşamlarınız var. Sen neden bu çocuğu kendine değerlendirme tahtası yaptın anlamadım ki!” dedi.

      Akıllı’nın söylediklerini düşündüm bir süre. Ama öyle olmuyordu ki! İtiraz ettim. “Öff Akıllı, bunlar benim de bazen aklıma geliyor. Yapılan tüm deneme sınavlarında o çocuk birinci oluyor. Ben ise ikincilikte bile sabit değilim. Anlıyor musun? Bazen üçüncü, dördüncü bile oluyorum… Ama o çocuk hep birinci… Bu hiçbir zaman değişmiyor. Nasıl başarıyor? Nasıl her sınavda birinci oluyor?” dedim.

      “Bana bak! O çocuğu kıskanıyor musun yoksa sen?” diye sordu Akıllı.

      Hızlı ve sert bir hareketle, “Hayır!” diye kollarımı göğsümde birleştirdim. “Kim demiş kıskandığımı? Olur mu canım öyle şey? Neden kıskanayım ki? Hiç de bile kıskanmıyorum. Bir kere sadece çalışma yöntemi ya da işte, her neyse… Onu öğrenmek istiyorum.” dedim. Bir yandan da içimde bir kuşku…

      “Dinle beni Akıllı!” dedim, gayet kendimden emin bir şekilde. “Benim ne yapıp edip bu çocuğun sırrını öğrenmem lazım!”

      Ertesi gün sınıfta Cıvıltı Canan, Fiber Esat, Gurumi Oğuz ve Ateş Necdet ile bir aradaydık. Teneffüste aklımdan çıkmayan konuyu çıtlattım.

      “Arkadaşlar, benim ne yapıp edip deneme sınavlarında birinci olmam gerek.” dedim. Cıvıltı Canan benim en yakın arkadaşımdır. Her zaman neşeli, şen şakrak konuşmalarıyla bizi keyiften uçurduğu için ona Cıvıltı Canan diyoruz.

      Yanağımdan makas aldı. “Sen kesin kazanırsın şekerim!” dedi. Küt, pırasa saçları da onun gibiydi. Canan ne kadar neşeli ise saçlarının çubuk çubuk oynaşması, hareketleri de o kadar neşeliydi. Bir de pamuk gibi bembeyaz yüzündeki zeytin karası gözleri… Onlar da saçları gibi ışık saçardı sanki.

      “Off, nasıl olacak Canan?” dedim. Canan’a göre her şeyin bir kolayı, bir yolu muhakkak vardı. Yaşadığı her şeye hep olumlu yönden bakardı. Neredeyse hiçbir zaman kötü düşünmezdi.

      “Bir tereddüdün mü var? Sen de hep kötüsünü düşünürsün.” dedi. Şu Canan’ın içinde her daim alev gibi yükselen umuttan, ışıktan bende de olsa…

      “Nasıl olmasın Canan? Bütün deneme sınavlarında o çocuk birinci oluyor, görmüyor musun? Onun yüzünden ya ikinci oluyorum ya da talihim hepten beni boşluyor, üçüncülüğe yuvarlanıyorum.”

      Ateş Necdet eliyle kısa, kıvırcık, turuncu saçlarını karıştırırken, “Gören de kızımız sona yuvarlandı sanacak. Biraz da bizi düşünsene! Sen en azından ikinci falan oluyorsun. Ya biz? İçimizde doğru düzgün puan alamayanlar var. Bizi düşününce anlamıyorsan daha anlaşılır bir örnek vereyim: Formula pistlerindeki arabaları düşün! İkincilik, üçüncülük onlar için ne demek biliyor musun?” dedi. Necdet tam bir araba tutkunuydu… Araba yarışlarının hastasıydı… Arabalarla yatar, arabalarla kalkardı. Sesleri, modelleri, renkleri, aksesuarları ile yaşardı. Araba yarışlarına tutkusu onu ateş gibi yaptığı için adı da Ateş Necdet idi.

      Dayanamadım, “Ama o yarışlara katılan bütün pilotlar birinci olmak istiyor.” dedim. Haklıydım tabii. “Hangisi

Скачать книгу