ТОП просматриваемых книг сайта:
.
Читать онлайн.O korku dolu an geldi çattı. Tapınak ateşlerinden birinin sıcak nefesi, genç şefin yanağına değdi. Çok geçmeden Mu’nun sopa darbesiyle genç adam tapınağın bahçesindeki sert taşlara bilincini yitirmiş bir şekilde serildi. Tanrıların gazabından doğan dumanlar adamın üzerine çöktü ve sunaklarda kurban olarak verilmesi gerektiği anlaşıldı.
Hâlâ canlı olan adamın bedeni kurban taşına doğru atıldı. Sert bambu ağacından yapılma bıçaklar, adamın kanının taşın üzerinde bulunan deliklerden aşağı akmasını sağladı. Adamın vücudu hızla parçalara ayrılarak kurban olarak sunuldu.
Rahipler, adamın derisi çürüdükten sonra özel bir nedenden dolayı kemikleri bir kenara ayırdı. Efsaneler, kemiklerin kötü işlerde kullanıldığını ima eder. Belki de bu, kemiklerin çekirge unihipili kemiklerine benzer şekilde toplanması, yani toplanıp büyücülükte kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bunlar gibi kemik yığınları dualar ve büyülerden oluşan bir süreçten geçirilirdi, ta ki sonunda o yığının içinde yaşayan yeni bir ruhun ortaya çıktığına ve kişiye büyücülükle ilgili işlerde tuhaf bir güç verdiği düşünülene kadar.
Kahele’nin ruhu, vücudundan kalan parçalarla yapılanlara karşı isyan etti. Kendi memleketine dönmek istedi; böylece kendi seçtiği yoldaşlarıyla ölüler diyarının tadını çıkarabilirdi. Ruhu, tapınağın karanlık köşelerinde durmak bilmeden gezinip, kemiklerini kullanan rahipleri izledi.
Hayalet, çaresizce öfkelendi ve içinde bulunduğu durumdan dolayı huysuzlanmaya başladı. Bedeninden ayrılmış bir ruhun rahiplerin ilgisini çekmek için ne yapması gerekiyorsa hepsini yaptı.
En sonunda ruhu, işkence gördüğü yerden bir gece ayrılıp kısa bir süre önce neşeyle bıraktığı yuvasına döndü.
Kahele’nin babası, Kau’nun yüce şefiydi. Hizmetkârlarıyla çevrili olan adam günlerini sessiz sakin bir halde oğlunun dönüşünü bekleyerek geçiriyordu.
Bir gece çok ilginç bir rüya gördü. Ruhlar âleminin gizemli köşelerinden kendisine seslenen bir ses duydu. Adam bu sese kulak verirken yanında bir hayalet belirdi. Bu hayalet oğlu Kahele’nin ta kendisiydi.
Hayalet, öldürüldüğünü ve kemiklerinin kötü işlerde kullanılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını babasına rüya vasıtasıyla söyledi.
Babası korkudan uyuşmuş bir halde kalktı ve oğlunun acilen yardımına ihtiyacı olduğunu anladı. Derhal kabilesinin yanından ayrıldı. Oğlunun nerede veya ne zaman öldüğünü bilmeden, ama kendisine görünenin kesinlikle oğlunun ruhu olduğundan emin halde gizlice bir bölgeden diğerine seyahat etti. Genç adamın izini bulmak zor olmadı, çünkü yol boyunca açıkça görülen ayak izleri bırakmıştı. Utanılacak ya da ayıplanacak bir şey yoktu. Babası aceleyle hareket ederken kalbi gururla doldu.
Zaman zaman ruhlar âleminden gelen sesin kendisine ölü oğlunun kemiklerini kurtarmasını söylediğini duydu. Sonunda yolculuğunun neredeyse tamamlandığını hissetti. Kahele’nin ayak izlerini neredeyse adanın her yerinde izlemişti ve sonunda Puna’ya, yani memleketi Kanu’ya dönmeden önceki son bölgeye vardı.
Geceleri gördüğü rüyada ruhun sesini duyabiliyordu. Ruh, kendisine sık sık uyarılarda ve yönlendirmelerde bulunuyordu.
Şef, en sonunda Wahaula’nın lav yataklarına geldi ve dinlenmek için uzandı. Hayalet, yine rüyasına girerek büyük bir tehlikenin çok yakında olduğunu söyledi. Şef, çok güçlü bir adamdı. Ayrıca çok atletik ve cesur biriydi. Ama ruhun sesine kulak vererek sabahın erken saatlerinde kalktı, kukui ağacından fındık toplayıp ezerek yağını çıkardı ve bütün vücuduna sürdü.
Şüpheleri üstüne çekmemek için hiçbir şeyi umursamadan yürümeye başladı ve Wahaula Tapınağı’nın yakınlarına doğru gitti. Çok geçmeden onu karşılamak için bir adam geldi. Bu adam bir Olohe, yani o bölgeyi istila eden, kanun nedir tanımayan bir hırsız çetesine mensup, sakalsız bir adamdı. Muhtemelen tapınağın, sunaklar için kurban toplayan insan avcılarına yardım ediyordu. Bu Olohe, çok güçlüydü, kendine çok güveniyordu. Puna’dan yalnız başına gelen bu yabancıyı alt etmekte biraz olsun zorluk yaşayacağını düşünmüyordu.
Bu iki adam arasındaki savaş neredeyse bütün gün boyunca şiddetle devam etti. Birbirlerini volkanik taş yatakları üzerinde bir o yana bir bu yana savurdular. Şef’in yağlı vücudu, Olohe’nin kendisini yakalamasını zorlaştırıyordu. Tekrar tekrar sert volkanik taşların üzerine düşmekten yaralanan ve kan kaybeden iki savaşçı da oldukça yoruldular. En sonunda şef, bir hamle yapıp Olohe’yi kaçışı olmayan dar bir yere iterek yakaladı, ardından kemiklerini kırıp öldürdü.
Gecenin gölgesi tapınağın üzerine ve kutsal mezara çökerken şef, korkunç, tabu duvarlara doğru sessizce sürünmeye başladı. Kendini gizleyerek hayaletin gelip yapılacak en iyi şeyi anlatmasını bekledi. Hayalet en sonunda geldi. Kemiklerin saklandığı gizli yere güvenle girebilmek için uygun zamanı sabırla beklemesini söyledi.
Şef, günler ve geceler boyunca tapınağın yanında saklandı. Aile tanrılarının korumasına girebilmek için gizlice dualar ve büyülü sözler mırıldandı.
Bir gece hava oldukça karanlıktı. Tapınağın rahip ve bekçileri, kimsenin bu kutsal bölgeye girmeye kalkışmayacağına emindi. Bütün tapınak sakinlerinin üzerine derin bir uyku çöktü.
Daha sonra Kahele’nin hayaleti aceleyle babasının uyuduğu yere doğru giderek önünde bulunan tehlikeli görevi anlatmak için onu uyandırdı.
Baba ayağa kalktığında hayaletin karanlığın içerisinde şekil aldığını, kendisini takip etmesini işaret ettiğini gördü. Hayalet büyük bir kayanın yanında durup duvarın belli bir bölümünü işaret edene kadar tapınak duvarları boyunca engebeli yoldan büyük bir dikkatle adım adım yürüdü.
Baba, tam olarak hayaletin işaret ettiği yerde bulunan taşı kavradı. Taş, duvardan kolayca çıkınca kendisi de şaşırdı. Taşı çıkardığı yerde kalan boşlukta bir yığın kırılmış kemik vardı. Hayalet, şefin kemikleri alıp oradan hızla ayrılmasını istedi.
Baba bu isteğe uydu ve tanrıların ateşli gazabını gösterdiği bu tapınaktan uzaklaşıp güvende oluncaya kadar hayalet rehberini takip etti. Kemikleri Kau’ya götürerek kendi gizli aile mezarlığına gömdü.
Wahaula hayaleti ise ruhlar âlemine büyük bir sevinçle katıldı. Ölüm zamanı artık gelmişti. Genç şefin bedeni, tapınaktaki dini törenler için alınmıştı. Fakat bedenin sonunda yok edilmesi ve ruhun göçüp gitmesi nedeniyle kötü şeyler yapılamamıştı.
II
Maluae ve Ölüler Diyarı
Bu hikâye Honolulu’nun arka kesimlerinde bulunan Manoa Vadisi’nde geçer. Bir zamanlar vadinin üst kısımlarında, en yüksek dağların eteğinde, Maluae adında bir adam yaşardı. Maluae bir çiftçiydi. Bu bölgede yaşamayı seçmişti, çünkü dağlara bol bol yağmur yağar, oluşan akıntılar, kurumuş ağaçların ve parçalanmış kayaların olduğu yerlerden verimli toprakları sürüklerdi; böylece bitkiler daha verimli olurdu.
Burada muz, gölevez ve tatlı patates yetiştirirdi. Muzları dere kenarında hızla büyür, ağaç benzeri gövdelerinde büyük meyve salkımları yetişirdi. Gölevezleri, çitle çevrili gölcükleri doldurur ve suyun içinde, kökleri olgunlaşıp da yemek yapmak için koparılarak kaynatılana kadar nilüferler gibi büyürdü. Tatlı patatesleri (kadim Yeni