Скачать книгу

empty-line/>

      Karakalpak Halk Masalları

      HAYALÎ MASALLAR

      ABAT BATIR

      Evvel zamanda dört arkadaş varmış. Birincisinin yedi yıllık ölüye can verebilme, ikincisinin bir gecede bir şehri inşa etme, üçüncüsünün bir şehri ikinci bir şehre taşıyabilme yeteneği varmış. Dördüncüsü de korkusuz bir yiğitmiş. Bu yiğidin adı Abat’mış. Dört arkadaş ormanda birlikte giderken yerde yatan kemikleri görmüşler. Abat Batır, ölüye can verene:

      – Hani, yedi yıllık ölüye can veririm diyordun, şu yerdeki kemiğe can ver, demiş.

      – Hayır, burada kerametimi sınayıp ne yapacaksın, lazım olduğunda gösteririm, demiş. Abat Batır onun sözünü dinlemeyip, eline kılıcını alıp öldürürüm diye korkutmuş ve o kemiği diriltmeye mecbur etmiş. Yanındaki iki arkadaşı zikir çekip ölüyü dirilten dua okumuşlar. Biraz zaman geçtikten sonra kemiğe bir hayvanın silüeti gelmiş. Duayı bırakıp:

      – Tamam mı, diye sormuş.

      – Hayır! Bu nasıl bir hayvandır, yüzünü göster, demiş Abat Batır. O hayvan kaplanmış.

      – Şimdi oldu, gidelim, demiş can veren adam, O zaman Abat Batır:

      – Hayır! Yüzünü gösterdikten sonra canlandırman da lazım, demiş. Tekrar zikir çekip dua okumaya başlamış. Biraz sonra kaplan canlanarak kükreyince hepsi sağa sola kaçışmış. Bir ara Abat Batır toparlanarak arkadaşlarımı bulayım diye geri geldiğinde arkadaşları da kaplan da ortalıkta yokmuş. Bağırarak aramış ama hiçbir yerden ses gelmemiş. Sonra Abat Batır rastgele yoluna devam etmiş. Günlerce yol gidip aç bitap kalıp silahları sırtında, ölesiye yorulmuşken önüne bir şehir çıkmış. Kendi kendine “Bu şehir de nereden çıktı?” diyerek şehre girmiş. Fakat şehirde kimse yokmuş. Her yer yıkık dökük, viraneymiş. Şehri dolaşırken şehrin kenarında bir kara ev görmüş. Kapısının önünde bir kara tay bağlı duruyormuş. Bu evde kim yaşıyor acaba diye merak eden Abat Batır evi uzaktan gözetlemiş. Bir kızın eve girip çıktığını görmüş. Evin önündeki ata yem veren kız tek başına o evde yaşıyormuş. Abat Batır üç gün kızı takip etmiş. Evin etrafında hiç erkek görünmüyormuş. Abat Batır “Evde niye tek başına yaşıyor, bunun bir sebebi olmalı?” diyerek gece yarısı evin önüne varmış. Kapıyı açıp baktığında, iki çıra yakıp divanın üstünde uyuyan kızı görmüş. Sağ tarafta duvarda asılı duran erkek elbisesi ile kızın başucunda duran büyük bir ayna varmış. Abat Batır elindeki kılıcı kınına koyup, eve girmiş. Etrafta canlı kimse yokmuş. Abat Batır uyuyan kızın elinden tutmuş ve kız korkuyla uyanarak üç kez:

      – Bırak, diye bağırmış. Abat Batır bırakmamış. Sonra kız:

      – Bedenim senin olsun demiş. Bunu duyan Abat Batır kızı bırakmış. Kız kendisinden başka ilk kez bir insan görüyormuş, kız Abat Batır’a bakarak:

      – Aynada gördüklerim doğruymuş demek ki, demiş. Abat Batır duvarda asılı duran erkek elbisesini göstererek:

      – Bu kimin elbisesi, diye sormuş. Kız:

      – Dinle, başımdan geçenleri anlatayım demiş. Eskiden bu şehre düşman saldırmış. O zaman ben iki üç yaşlarındaymışım. İki üç yaşlarımda düşmanın saldırdığını anlayıp korkumdan tandırın içine saklanmışım. Düşman bu şehirdeki insanların çoğunu öldürmüş, kalanları da buradan göç ettirmişler. Düşmanın işine yaramayan bu uyuz kara tay burada kalmış. Düşman gittikten sonra ocaktan çıktım. Sonra tayla arkadaş olduk. Geride kalan tohumları yetiştirerek bugüne kadar geldik. Büyüdükten sonra bu evi yaptım. Bu erkek elbisesini ve şu aynayı buldum. Bu erkek elbisesini giyip aynaya baktığımda, “Demek, erkek böyle oluyormuş.” dedim. O aynada gördüğüm erkek tam senin gibiydi, onun için şaşırdım, demiş. Kız hemen divandan inerek erkek elbisesini giymiş ve Abat ile beraber aynaya bakmışlar. İşte o sırada ikisi anlaşıp karı koca olmuşlar. Kız kara tayı Abat Batır’a vermiş. Bir gün Abat Batır:

      – Yoldaşım, artık çalışalım, diyerek şehri dolaşmaya çıkmışlar. Dolaşırken eyer ve koşum bulmuşlar. Kara taya eyer ile koşumu takıp hayvan avlamaya başlamışlar. Böylece günler geçip gitmiş. Günlerden bir gün eşi Abat Batır’a:

      – Dostların var mı, diye sormuş. Abat Batır:

      – Var hem de nasıl, dostlarım var, demiş.

      – O dostlarının ne gibi yeteneği var, diye sormuş eşi.

      – Birisi yedi yıllık ölüye can veriyor, birisi bir şehri başka bir şehre taşıyor, birisi de bir gecede bir şehir inşa ediyor, demiş.

      – Pekiyi senin ne tür yeteneğin var, diye sormuş, eşi.

      – Çelik zırhım, çam saplı mızrağım, kara atım olsa, bir padişahın askerlerine karşı duracak gücüm var, diye cevap vermiş Abat Batır.

      – Eşi, pekiyi o dostlarından nasıl ayrıldın, diye sormuş. Abat Batır başından geçen olayları baştan sona anlatmış. Eşi de bu dinlediklerini hafızasına kaydetmiş.

      Şehrin yanından bir nehir geçiyormuş. Kız her gün o nehirden su alıyormuş. Bir gün kız nehirde yıkanmak istemiş ve bir dalıp çıkayım diyerek soyunup suya girmiş. Suda yüzerken akıntıyla gelen bir ağacın dalı kızın saçının bir örgüsünün üçte birini alıp götürmüş. Kız sudan çıkınca kendi kendine “Dal suyla akıp gidip de Kısırav padişaha denk gelmez, inşallah. Padişah saçımı görüp de bana âşık olursa o zaman kötü şeyler olabilir. Nehri bulup kocamın başına iş açabilir.” diye düşünmüş. Çünkü kızın saçı mücevher gibi güneş ışığıyla parıldarmış. Nehrin sonunda yurduna saldıran Kısırav padişahın ülkesi varmış. Padişah nehirde ne görürse sopayla kontrol edermiş.

      Gerçekten de kızın düşündüğü gibi olmuş. Dal akıp gidip Kısırav padişahın köprüsüne takılmış. Cellâtlar güneşte parıldayan bir şey görmüşler. Alıp baktıklarında dala takılı duran şeyin insan saçı olduğunu anlamışlar. Saçı padişaha götürmüşler. Padişah da saçın sahibine âşık olmuş.

      O ülkede bir cadı varmış. Yedi milletin dilini bilirmiş. Sihir ile hangi sarayda neler olduğunu da anlarmış. Padişah cellâtlarına cadıyı getirmelerini emretmiş. Cellâtlar cadıyı getirmişler. Padişah cadının önüne kızın saçını koyup:

      – Bu saç nedir, kimindir, bunu bilebilir misin, diye sormuş. Cadı önüne saç koyulur koyulmaz:

      – Bu o kızın saçı, ama o kız seni kabul etmez, demiş.

      – Padişah kırk bin askerim var, nasıl teslim olmaz bana? Onun nerede olduğunu söyle demiş. Cadı:

      – Eskiden saldırdığın bir şehirde üç yaşlarında bir kız ve bir uyuz kötü tay kalmıştı. O kız bu yıl kemale ermiş, uyuz tay da olgunlaşıp küheylan olmuş. Altı ay önce o kıza yolunu kaybeden Abat Batır diye biri rast gelmiş. Kız o kahramana bedenini teslim etmiş. Kız sıcaktan bunalıp nehirde yıkanırken saçı dala takılmış ve saçın bir parçası sana kadar gelmiş. Sen bu kızı zorla alamazsın. Abat Batır seksen bin askerini de yok eder. Onu ancak hileyle alabilirsin, demiş.

      – O zaman sen kızı bana getirebilir misin, diye sormuş padişah.

      – Cadı, yedi tepsi altın verirsen Abat Batır’ı öldürüp kızı önüne getiririm, diye cevap vermiş. Hazineden yedi tepsi altın verilmiş. Daha sonra cadı:

      – Ayrıca bana beş yüz asker, hızlı bir gemi ile içer içmez insanı öldüren zehir vereceksin, demiş. Padişah hepsini hazırlatmış. Cadı ve askerler gemiye binip yola çıkmışlar. Günlerce yol gidip şehre varmışlar. Bir ormanın içine gemiyi çekip askerlerle beklemişler. Güneş battıktan sonra cadı beş yüz askerle şehre girmiş. Sonra da askerleri geminin yanına göndermiş. Cadı tan atana kadar orada durmuş. Tan attıktan sonra kumdan bir mezar yapıp çengel ile çevreleyip başına sopa sokup eline çubuk alıp oturmuş. Tan attıktan sonra Abat Batır her zamanki gibi ava çıkmış. Ava çıkarken şehrin batı tarafında kalabalık asker izi dikkatini çekmiş. Abat Batır izleri takip etmiş. Takibin sonunda elinde çubuk olan yaşlı bir kadının mezar başında ağlayarak dövündüğünü görmüş. Yaşlı kadına selam verip halini hatrını sormuş. Yaşlı kadın:

      – Benim halkım buralardan göçtü. Yerdeki izler göçenlerin

Скачать книгу