Скачать книгу

sevinçli olduğunu gösterebilen bir talebenin önünde birtakım olanaklar açılması ihtimali yok değildi: onu fakülte (hatta üniversite) komsomol kuruluna üye yapabilirlerdi mesela (yani rektörlüğe çağırarak komsomol kuruluna üye olduğunu söyleyebilirlerdi kendisine!), bu ise ileride Bakü’de bir göreve atanabileceği, komsomol örgütü içinde mesafe kat ederek oradan partiye atlayabileceği, daha sonra ise hem kendi işlerini, hem de bütün sülalesinin durumunu düzeltebileceği anlamına gelirdi.”93

      Romanın üçüncü bölümü başkarakterlerden Abdul Gaffarzade’ye ayrılmıştır. Abdul Gaffarzade’nin oğlu Orduhan altı yıl önce ölmüş ve Abdul’un eşi Karatel bu ölümün etkisiyle hayattan ümidini adeta kesmiştir. Abdul ve Karatel’in diğer çocuğu Sevil, Ömer isminde bir piyanistle evlidir. Sevil ve Ömer’in Abdul Ali isminde bir de çocukları vardır. Abdul Gaffarzade; zengin, nüfuzlu ve güçlü bir adamdır. Ailesi ve hatta dünürü Mürşit Gülcihani için imkânlarını kullanmaktan kaçınmaz.

      Abdul Gaffarzade, Komünist Parti yöneticileri tarafından takdir edilir, ancak onların arkasından iş çevirmekten de geri durmaz. Aylık geliri 135 ruble olmasına rağmen Karun kadar zengindir. Zenginliğini sistemin bozukluğuna borçludur ve yozlaşmış değerlere en ufak bir bağlılık duymaz. Sistemin kutsadığı ilkeleri kendi lehine kullanır:

      “Abdul Gaffarzade o mücerret gelecek uğruna çalışmayı (ve ölmeyi) en anlamsız ve en aptalca bir iş olarak görüyordu; bazı geceler, uykuya dalmadan önce dünya işleri ve o aydınlık gelecek hakkında düşündükçe, ‘İnsanoğlu masallar ve efsaneler uydurduğu gibi, işbu rejim de mücerret bir gelecek mefhumu uyduruvermiş ve bu mefhum sayesindedir ki yüz milyonlarca insanı yönetebilmektedir’ diye bir karara varıyordu adam. Toplumun bu kadar bozulmasının nedeni de buydu işte. Abdul Gaffarzade’nin herkesten daha iyi bildiği bir şey vardı: işte bu kürsüde partiyle de, hükümetle de, rejimle de böyle alay edebiliyorsa üstelik salondakilerden -ki çoğu parti ve komsomol örgütü mensubu insanlardır- alkış da alıyorsa, bundan daha büyük bir toplumsal ahlâk bozukluğu düşünülemez. Böyle bir şey kölelik düzeninde bile mevcut olmamış, Roma İmparatorluğu’nda bile görülmemiştir. Kürsülerden atılan nutukların, gazetelerde yazılan yazıların gerçek düşüncelere ve davranışlara böylesine zıt olduğuna hiçbir toplumda rastlanmış değildir.”94

      Sovyetler Birliği’nde devletten maaş alan insanların en az yüzde altmışının kapitalist bir ülkede açlıktan öleceğini düşünen Abdul Gaffarzade, köy muhtarlığından parti üyeliğine bütün makamların rüşvetle alındığını, bütün toplantı ve kurultayların tiyatro olarak sahnelendiğini düşündükçe ülkeye acıyacak gibi olur, fakat Gaffarzade’nin kişiliği aslında sistemin tam da kendisidir.

      Romanın dördüncü bölümü Murat Yıldırım ve ev arkadaşı Hüsrev Hoca’nın Hatice Kadın’a mezar yeri ayarlayabilmek amacıyla Tilki Geldi Mezarlığı’na gidişiyle başlar. Hüsrev Hoca; zayıf, uzun boylu eski bir Rusça öğretmenidir. Bu ikili mezar yeri için mezarlık çalışanlarıyla konuştuklarında kendilerinden rüşvet istenir. Bunun üzerine mezarlık müdürü Abdul Gaffarzade’nin odasına girerler. Gaffarzade içeride polis binbaşısı Memmedov ile oturmaktadır. Murat Yıldırım polis binbaşısının da orada olmasını fırsat bilerek mezarlıktaki yolsuzluğu müdürün yüzüne çarpmak ister. Ancak Gaffarzade tarafından alaylı bir tavırla kovulur. Talebe, kendilerine haksızlık yapıldığını ve bu durumun Sovyetler Birliği yasalarına aykırı olduğunu haykırır. Mezarlık müdürü, polis binbaşısına: “Kalk da Sovyetler Birliği’nin yasalarını anlat şuna95 diye emreder. Hak arayan talebe, kanunları uygulamakla yükümlü olan polis tarafından sertçe dışarı atılır ve bir kez daha hayal kırıklığına uğrar. Romanın atmosferinde kanunlar kâğıt üstünde yazılı olan maddeler değil, gücü elinde bulunduran kimselerin ağzından çıkan sözlerdir.

      Romanın beşinci bölümünde geriye dönüş tekniğiyle 1929 yılına gidilir. Bu bölümde yine romanın aslî kişilerinden olan Hüsrev Hoca’nın geçmişi hakkında bilgiler verilir. Üç çocuk babası Hüsrev Hoca’nın mutlu bir evliliği vardır. Rusça öğretmenliği yapmaktadır, yardımseverliğiyle Hadrut halkının saygısını kazanmıştır.

      Yazar, Hüsrev Hoca’nın öğretmen olması vasıtasıyla eğitim sistemi hakkındaki görüşlerini dile getirir. Hüsrev Hoca her sene onlarca hatta yüzlerce okulun açılmasına bir yandan sevinse de niceliğin niteliği etkilediğini ve eğitimin kalitesinin düştüğünü görerek üzülür. Bu yüzden işini hakkıyla yapan öğretmenlerin sayısı da azalmakta ve gerçek öğretmenler git gide köşeye sıkıştırılmaktadır. Hüsrev Hoca, hükümetin eğitim politikalarının yanlış olduğunu düşünmektedir: “Lenin, ‘Eğitim, eğitim, yine de eğitim!’ demişti gerçi, ama ‘Nasıl bir eğitim?’ konusu bugün cahil ellerde şekilleniyordu.96

      Hüsrev Hoca bir konferans için Hadrut’tan ayrılır. Bir gün sonra kasabada bir taun salgını baş gösterir. Bölgeye hemen idarî temsilciler ve sağlık profesörleri sevk edilir. Rejimin siyasî temsilcisi distopyaları aratmayacak şekilde taunu kasabada yayan halk düşmanlarının, geceleri mezarları açarak cesetlerden parçalar aldığını ve taunu daha da yaydıklarını söyler. Bölgedeki en yetkili sağlık görevlisi olan Prof. Zilber’in böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğine dair yaptığı bilimsel açıklamaları kat’i surette reddeder: “Siz çok iyi bir profesörsünüz ama halk düşmanlarının neler yapabileceğinden haberdar değilsiniz.” der. “Olup bitenler hep düşmanlarımızın başının altından çıkıyor. Bu işlerin arkasında İngilizler bulunuyor! Hadrut’taki taun salgını doğal bir afet değil, sınıflar arasındaki çatışmadan kaynaklanan bir sabotajdır.97

      Fanatizm ve körü körüne bağlılık yükseldiğinde insanların gerçekle olan bağları kopmaya başlar. İnsanlarıyla, hayvanlarıyla neredeyse bütün bir kasaba taun salgınından telef olmuşken Baş Siyasi İdare Yetkilisinin aklından şu düşünceler geçer: “Hiçbir taun salgını komünizmin zaferini önleyemezdi! Gelecek, komünizm rejiminin ellerinde olacaktı! Vladimir İliç Lenin beş sene önce ölmüştü ama bunun da hiçbir önemi yoktu ve gelecek Vladimir İliç Lenin’in ellerinde olacaktı!98

      Taun salgınının daha fazla yayılmaması için ölenler bir meydanda yakılır. Alınan bütün önlemlere rağmen halk ateşin başına kadar gelir. Ailelerinin, akrabalarının cesetlerinin yakıldığını gören insanlar çılgına döner. Ancak askerlerin mukavemetiyle ve Baş Siyasi İdare Yetkilisinin olağanüstü çabasıyla halk ateşe yaklaştırılmaz ve felaket önlenir. Bu kalabalık içinde eşinin ve üç çocuğunun cesetlerinin yanışını dizlerinin üstüne çökmüş vaziyette inleyerek izleyen Hüsrev Hoca da vardır.

      Romanın altıncı bölümünde yine güncel zamana, 1983 yılına dönülür. Tilki Geldi Mezarlığı’ndan ayrılarak Bakü sokaklarına atılan Salakça’nın bir macerası anlatılır. Salakça önce bir sarhoştan ilgi ve şefkat görür gibi olur, ancak sonrasında bu sarhoş yüzünden bir mahalle kavgasının ortasında kalır. Burada da dayak yiyen ve hor görülen hayvanın meçhul, büyülü bir diyar olarak gördüğü Bakü sokaklarındaki macerası da hayal kırıklığıyla başlamış olur.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте

Скачать книгу


<p>93</p>

Elçin, Ölüm Hükmü, s. 73.

<p>94</p>

Elçin, Ölüm Hükmü, s. 107.

<p>95</p>

Elçin, Ölüm Hükmü, s.136.

<p>96</p>

Elçin, Ölüm Hükmü, s.144.

<p>97</p>

Elçin, Ölüm Hükmü, s. 153.

<p>98</p>

Elçin, Ölüm Hükmü, s. 170.