Скачать книгу

büyük bir yasa bürünmüş ve şu mısraları yazmıştır:

      Azizim can Karabağ,

      Şeki, Şirvan, Karabağ,

      Tahran cennete dönse,

      Gitmez baştan Karabağ. 38

      Sisianov’un kesik kafası Tahran sarayında bir odada muhafaza edilir. Odaya kimsenin girmesine izin verilmez. Oraya sadece Abdurrahman Ağa girebilmektedir. Ağabegüm Ağa bir gün oraya girer ve yalnız kalmak istediğini söyler. Kafaya bakarak şu yakarışta bulunur:

      “-Allahım, dedi, parmağını kesik kafaya doğrulttu: Bu emir kulu. Şuşa felaketinin cezasını bunların hükümdarına ver! Duyuyor musun? Rusya hükümdarı da evlatları ve eşiyle beraber, birbirlerinin gözü önünde kurşunlansın diye hayatımın sonuna kadar dua ederek sana yakaracağım. Ağabeyim Ağa sesini yükseltti, şimdi sesinde yakarıştan ziyade bir buyruk edası vardı: Ve sen bunu yapacaksın! Duyuyor musun? Sen bunu yapacaksın!”39

      Romanda Ağabegüm Ağaya söyletilen bu ifadeler, 110 yıl sonra Romanovların Bolşevikler tarafından katledilişini hatırlatmaktadır.40

Sonuç

      Roman 26 bölümden oluşuyor. Her bölümün sonunda italik harflerle parantez içinde gösterilmiş olan bir kısım bulunuyor. Bu italik satırlar, Sisianov’a aittir. Olaylar Sisianov’un gözleriyle ve onun bakışıyla veriliyor. Böylece romanın çerçevesi Sisianov’un ruhunun gözlemleriyle çizilmiş olmaktadır. Roman başladığı zaman Sisianov ölmüştür. Roman boyunca, Sisianov’un bakışıyla olaylar anlatılmaya devam eder, bu arada önemli olaylar da geriye dönülerek verilmiştir.

      Romanın çekirdek konusu, 19. yüzyılın başında Güney Kafkasya’da cereyan eden olaylar ve yapılan savaşlardır. Nadir Şahın ölümünden sonra 18. yüzyılın ortalarından itibaren bölgede çıkan karışıklıklar ve Azerbaycan hanlıklarının ortaya çıkması ayrıntılarıyla anlatılıyor.

      Romanda felsefî bir bakışın, düşünüşün ve yorumun hâkim olduğu görülüyor. Yazar pek çok meseleyi ele almış, onları sorgulayıcı ve eleştirel bir bakışla ortaya koymuştur. Bunlar hem ferdî hem de sosyal meselelerdir. Bunların başında hayat ve ölüm, Türk devletlerinin bölünmesi meseleleri geliyor. Sisianov’un ölüm ötesinden bakan ruhu vasıtasıyla ölümün gerçekliği, hayatın anlamsızlığı, dünyadaki çekişmelerin boşluğu sorgulanmaktadır. Diğer taraftan Türk devletlerinin birbirleriyle yaptığı amansız çekişmeler, hanlıklara bölünmeleri ve Rusya tarafından yutulmaları meselesi eleştirel bir bakışla ele alınmış ve Türk birliğinin önemi hatırlatılmıştır.

      Yazar ölümü ve ölüm ötesini çok canlı ve etkileyici bir şekilde anlatmaktadır. Burada bazı anahtar kelimeleri kullandığı görülüyor. Bunlar arasında “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” ve “görünen mekân” ifadeleri dikkati çekmektedir. “Şeffaf ve yerçekimsiz varlık” ifadesiyle ruhun kastedildiğini anlıyoruz. “Görünen mekân” tabiri ise dünyayı, yani yeryüzünü ifade etmektedir. Ayrıca “zaman”, “mekân”, “yer” gibi kelimelerin yalnızca dünya için geçerli kavramlar olduğu, ölüm ötesinde bir anlam ifade etmedikleri de sık sık hatırlatılıyor.

      Romanda hayat, ölüm ve sonsuzluk duyguları, zaman ve mekân kavramları felsefî boyutta ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Dünyada, uğrunda kavga edilen pek çok şeyin geçiciliği ve anlamsızlığı üzerinde durulmuştur. Ama yine de insanlar bu dünyadaki hırslarından vazgeçmemekte, mücadelelerine kaldıkları yerden devam etmekte, hırsları ve ihtirasları uğrunda kötülük ve zulüm yapmaktan çekinmemektedirler. Romanda bu duygular, çoğunlukla Sisianov’un kesik kafası karşısında ortaya çıkmış ve tasvir edilmiştir. Romanda ele alınan konulardan birinin de kesik kafanın insanlar üzerinde yarattığı etki ve korku ve iç muhasebe olduğunu söyleyebiliriz.

      Eserde tarihî kişiliklerin ele alınmasında ve işlenmesinde de farklı bir bakış ile karşılaşmaktayız. Romanın ilk sayfasında yazar tarihî karakterleri işlerken onları değiştirdiğini söylemiştir. Bunda yazarın bir maksadı vardır. Bu maksat, romanı okuyunca anlaşılıyor. Yazar tarihî kişilikleri değiştirmek ve onları kurgu şahsiyetler hâline getirmek suretiyle okuyucuya bazı şeyler anlatmak istemiştir. Karakterler vasıtasıyla yaptığı eleştirilerle ve sorgulamalarla, ortaya koyduğu tezatlı bakış tarzlarıyla yazar, gerçek düşüncelerin ne olması gerektiği konusunda okuyucuyu uyarmakta ve ipucu vermektedir. Bu ipucu, milliyet konusunda insanların hassasiyet göstermek zorunda olduklarıdır.

      Yazar millî kimlik hakkındaki görüşlerini özellikle Mahmut üzerinden vermektedir. Mahmut’un modern bir milliyet anlayışına sahip olduğu görülüyor. O devirde henüz böyle bir düşüncenin mevcut bulunmadığını söyleyebiliriz. Mahmut ile Suharyov’un millî kimlik hakkındaki düşüncelerinin benzerlikleri, romanda dikkati çeken noktalardandır. Bu suretle yazar, millî kimliğin önemine işaret etmiş bulunmaktadır. Yazar her iki kişiliğin milliyetçi bakışından hareket ederek, okuyucunun ilgisini bu noktaya çekmek istemiş ve gerçek bakışın ve düşünüşün bu olması gerektiği hakkında bir eleştiri de getirmiş olmaktadır. Bu suretle tarihi sorgulamış, yanlış yapılan olaylara dikkat çekmek istemiş, okuyucunun bu olaylar üzerinde geriye dönerek yeniden düşünmesini sağlamaya çalışmıştır.

      Mahmut’un Türk birliği hakkındaki düşünceleri romanda Abbas Mirza tarafından sorgulanır ve manasız olduğu, hayata ve gerçeğe uymadığı belirtilir. Yazarın Abbas Mirza’ya söylettiği eleştiriler, aslında bugünkü dünyaya ve insanlara, gerçekler hakkında yapılan uyarılar olarak kabul edilebilir. Burada iki zıt düşüncenin ortaya konulmasıyla gerçekler hatırlatılmakta ve bu konuda yapılan yanlışlar sorgulanmış olmaktadır.

      Üzerinde durulması gereken bir başka nokta, mitlerin kullanılmasıdır. Yazar, Feth Ali Şahın Sisianov’a büyü yaptırdığına dair bir söylentiye de romanında yer vermiştir. Azerbaycan hanlıklarının Rusya tarafından birer birer işgal edilmesini duyan Feth Ali Şah, inanmadığı hâlde büyüye başvurur. Mirza Muhammet Ekbari Azerbaycanî’yi huzura çağırır ve Sisianov’u büyüyle öldürtebilir misin diye sorar. Kafasını kestiririm, cevabını alır. Mirza kendisinden 40 gün mühlet istemiş ve odaya kapanmıştır. Aradan 30 küsur gün geçtikten sonra Sisianov’un kesik kafası kendisine getirilir. Feth Ali Şahın, Mirza Muhammet’in büyüsünün tesirinden korktuğu ve onu ülke dışına sürdüğü belirtiliyor.

      Elçin usta bir yazardır ve Azerbaycan edebiyatının tanınmış romancılarından biridir. Eserlerinden, onun zengin ve derin bir felsefî birikimi olduğu anlaşılıyor. Yazar burada da o felsefî derinliğini gösterecek nitelikte bir yaklaşım tarzı kullanmıştır. Romanında felsefi bakışın ve düşünüşün hâkim olduğu görülüyor. Bu durum yalnız Azerbaycan edebiyatından ve sanatından değil, Rus kültüründen de gelen bir birikimin neticesidir. Romanda derin ruh tahlilleri yapılmış, karakterlerin psikolojileri, iç dünyaları ustaca yansıtılmıştır. Kafa, alışılan ve bilinen tarihî romanlardan çok farklı, orijinal ve yer yer fantastik boyutlarda bir eserdir. Tarihî olayları sorgulayan ve eleştiren, tarihe yeni bir bakış getiren orijinal bir eserdir.

      Roman, günümüzde sadece edebiyatın bir ürünü değil, içinde bulunduğumuz dünyanın her türlü değerini kapsayan, psikolojik, sosyolojik problemleri de içine alan bir eser olma vasfını kazanmış, edebiyatın dışına taşarak araştırma ve inceleme boyutlarına varan bir tür olmuştur. Romanların, bu özellikleriyle yazarlar ve toplum tarafından gittikçe artan bir ilgi görmeye devam edecekleri, açık bir hakikat olarak görünmektedir.

Kaynakça

      Elçin.

Скачать книгу


<p>38</p>

Elçin, Kafa, s. 260.

<p>39</p>

Elçin, Kafa, s. 267.

<p>40</p>

Romanda “Ağabegüm” kelimesinin yanlış bir imla ile “Ağabeğim” veya “Ağabeyim” şeklinde yazıldığı görülmektedir. Aynı yanlış ifade, Vikipedi’de de mevcuttur. Doğrusu “Ağabegüm”dür (“Begüm” kelimesi kız çocuklarına konulan eski Türk adlarından biridir).