ТОП просматриваемых книг сайта:
Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne
Читать онлайн.Название Kayıp kıta: atlantis efsanesi
Год выпуска 0
isbn 978-625-8068-00-9
Автор произведения C. J. Cutcliffe Hyne
Издательство Maya Kitap
Görkemli şehir, biz denizden yaklaştıkça büyüdü ve küreklerin her hamlesiyle birlikte kıyılar daha da yakınlaştı. İlk olarak, erkekliğe adım atma törenimin yapıldığı tapınağı, sonra üyeliğe kabul edilerek içindeki küçük gizemleri öğrenmeye başladığım piramidi gördüm ve ardından da (daha küçük nesneler fark edilir hale geldikçe) bir babayla annenin beni yetiştirdiği evi fark ettim; canlanan anılarla birlikte gözlerim doldu.
Kural gereği kadırgayı limanın beyaz duvarlarının dış tarafına yanaştırdık ve köleler, kürek ıskarmozlarının başında nefes nefese, sessizce hıçkırdılar. Bu şekilde konuşlandırılan gemiler için genellikle yeterli bir bekleme süresi vardır, çünkü bir liman kaptanı kendi rütbesinden emin olmamaya çok eğilimlidir ve bunu onlara kanıtlamak için insanları bekletmek zorundadır. Ancak liman kaptanının teknesi, şimdi burada bizi bekliyor olabilirdi. Limanın girişindeki iki kaleden sinyal borusunun sesi duyuldu, aralarında asılı olan zincir indirildi ve duvarların arkasından on kürekli bir tekne, küreklerin çekebildiği kadar hızlı bir şekilde ileri çıktı. Hızla yanımıza geldi ve sorular sorulmaya başlandı:
“Bu Dason’un kadırgası değil mi?”
“Öyleydi,” dedi Tob.
“Ah, Dason’un kellesini pruvanın boynuzunda asılı gördüm,” dedi liman kaptanı. “Sen Tatho’nun kaptanı mıydın?”
“Hâlâ öyleyim. Tatho’nun filosu, Dason ve arkadaşları tarafından denizin dibine gönderildi ve bu yüzden biz de yolculuğu tamamlamak için bu leş gibi kokan kadırgayı aldık, geriye suda yüzen bir tek bu tekne kalmıştı.”
Liman kaptanının gözleri, arka güvertede duran grubumuzun üzerinde gezindi. “Korkarım ki kaptan, sizi tehlikeli bir karşılama bekliyor. Efendi Deukalion’u aranızda göremiyorum. Yoksa başka bir donanmayla mı geliyor? Tanrılar aşkına kaptan, eğer senin sorumluluğun altındayken onun öldürülmesine izin verdiysen İmparatoriçe senin derini diri diri ve yavaşça yüzer.”
“Phorenice ve Tatho’nun ikisi de onun sağlığı konusunda bu kadar kaygılı olduklarına göre,” dedi Tob, “Efendi Deukalion tehlikeli bir yolcu olmalı. Ama bu yolculukta derimi kurtaracağım.” Başparmağını kaldırarak bana doğru salladı. “Kendisi araya girip benim için bir şeyler söylemek üzere orada bekliyor.”
Liman kaptanı, sanki inanmıyormuş gibi, bir an dikkatle bana baktı ve sonra tatmin olmuş halde, törenlere alışkın bir adam olarak önümde saygıyla eğildi. “Efendimin asaletine bakarak onu daha önce tanıyamamış olduğum için, sonsuz kudretiyle benim bu günahımı bağışlayacağına inanıyorum. Ama doğrusunu söylemem gerekirse efendimi çok daha uygun bir kıyafet içinde görmeyi umuyordum.”
“Saçma,” dedim, “eğer ben basitçe giyinmeyi seçmişsem basit bir adamla karıştırılmış olmama itiraz edemem. Ben kalitemi gösterişli giysilerle ilan etmekten hoşlanmam. Eğer bana bir özür borçlu olduğunu düşünüyorsan, bu soruşturmayı sona erdirerek kendin için daha hayırlı bir iş yapmış olursun.”
Adam yaltaklanarak yerlere kadar eğildi. “Efendimin en naçiz hizmetkârlarından biriyim,” dedi. “Ve efendimin kadırgasına limanda tayin edilen palamar yerine kadar kılavuzluk etmek, benim için çok büyük bir şeref olacak.”
Tekne ileri doğru hareketlendi ve bizim kadırganın köleleri, bir ritim içinde tekrar küreklere asıldılar. Tob, dümendeki adamları yönlendirdiği yerden yavan bir gülümsemeyle beni izliyordu.
“Ee,” dedim, aklındakini merak ederek, “ne var?”
“Düşünüyorum da,” dedi Tob, “Efendi Deukalion karaya çıktığı zaman, tüm bu zarif asaletin arasında beni çok kaba bir adam olarak hatırlayacaktır.”
“Sakın bunu düşünme,” dedim, “yok öyle bir şey.”
“O halde ben de sana inceliğimi kanıtlamalı ve seninle çelişmemeliyim,” dedi. Elimi kocaman, sert yumruğunun içine alıp sıktı. “Tanrılar’ın yardımıyla Deukalion, sen büyük bir bey olabilirsin ama ben seni bir insan olarak tanıyorum. Dünya üzerinde hem canavarlarla hem de insanlarla savaşan en iyi dövüşçüsün ve seni bunun için seviyorum. O kertenkeleye mızrağı saplayışın var ya! Tavernalardaki şarkıcılar bunun için ilahiler yazacaklar.”
Hızlı bir şekilde limana girdik; giriş kalesindeki askerler, aralarından geçerken karşılama trompetlerini çaldılar. Liman kaptanı, kendi teknesinin direğinin tepesine, karşılama için önceden temin edilmiş olduğu anlaşılan, benim sancağımı çekti ve o anda limanın geniş havzasındaki rıhtımlardan bize doğru müzisyenlerin sesleri gelmeye, güneş ışığı altında oynaşan karşılama ateşlerinin solgun parıltıları yayılmaya başladı. Bir Atlantis İmparatoriçesi’nin geri dönen herhangi birine böylesine ilgi göstermesine neden olacak kadar büyük bir sıkıntı içinde olduğunu düşünmek, beni neredeyse dehşete düşürdü.
Hiçbir şeyin yarım bırakılmadığı çok açıktı. Liman kaptanının teknesi bize önderlik etti ve bizim de onu takip etmekten başka seçeneğimiz yoktu. Kadırgamız, kraliyet iskelesinin yanına çekilerek kutsal hükümdar sarayının altından yapılmış kazıkları ve halkalarına palamarla bağlandı.
“Eğer Dason böyle bir ağırlama öngörebilseydi,” dedi Tob, dehşet verici bir alayla, “iskele babasına sıkıca bağlanmak için sıradan bir kendir halat yerine eminim gemisinde ipek palamar bulundururdu. Eğer güneş, onun suratını kavurup sertleştirmemiş olsaydı eminim şu anda kaşları çatılmış olurdu. Efendi Deukalion, acaba bu sıradan geminin üzerinde dikkatli adımlarla güzel bir şekilde yürüyerek rıhtımın çevresine senin için yaydıkları zarif halıya geçebilir misin?”
Liman kaptanı, Tob’un bu kaba şakalarını duyarak korku dolu bir yüzle ona baktı ve ben hafif bir iç geçirerek kolonilerdeki özgürlüğün burada, Atlantis’te yeri olmadığını hatırladım. Bir kere daha rütbemin tüm haysiyetiyle kendime iyice çekidüzen vermeli, o büyük ve muhteşem törenin formalitelerini yerine getirmeye hazır olmalıydım.
Fakat bu formaliteler nasıl olursa olsun, kendine saygısı olan bir adam kendi şahsiyetini de korumalıydı ve İmparatoriçe lütfedip gelene kadar, benim altına sığınmam için özel olarak oraya ddikilen kırmızı bezden, büyük bir çadıra girmeye razı olmama rağmen hoşgörüm orada sona erdi. Sıra yine giysilerime gelmişti. Beni çadıra sokan muhteşem giyimli üç saray teşrifatçısı, beni de kendileri gibi süslü bir papağana dönüştürmek için akla gelebilecek her türlü süslemelerle bezenmiş bir dizi değişik giysiyi önüme serdiler.
Ters bir şekilde kıyafetimi değiştirmeyi reddettim ve içlerinden biri kem küm ederek İmparatoriçe’nin zevklerinden söz ettiğinde, ona bu önemsiz konu hakkında majestelerinden kesin bir emir alıp almadıklarını sordum.
Tabii ki, hiç böyle bir emir almadıklarını itiraf etmek zorunda kaldılar.
Bunun üzerine adamlara sertçe çıkışarak Phorenice’in, Deukalion’un, bir erkek olarak kendisine katılmasını emrettiğini ve dış görünüşüyle ilgili zevkinden hiç söz etmediğini söyledim.
“Bu kıyafet,” dedim, “benim mizacıma gayet iyi uyuyor. Naçiz bedenimi sıcaktan ve rüzgârdan koruyor, ayrıca da temiz. Bana öyle geliyor ki beyler,” diye ekledim, “sizin bu müdahaleniz, biraz terbiyesizlik kokuyor.”
Teşrifatçıların